Image and video hosting by TinyPic
   
  Adilcevaz-Myo
  Adilcevaz Tarihçesi
 
ADİLCEVAZ'IN TARİHÇESİ  

    Yavuz Sultan Selim ve Şah İsmail’in ölümünden sonra Osmanlı’da Kanuni Sultan Süleyman, Safeviler de Şah Tahmasp başa geçmiştir. Şah Tahmasp, Van Bölgesi naibi olarak Ürkmez Bey’i atamış; ama bu Safevi naibleri devamlı olarak bölgedeki yerli beylerle mücadele etmişlerdir. 1530 yılında bölgedeki Safevi naibliğine getirilen Ulama Han, İran’daki iç karışıklıklardan da faydalanarak Safevilere karşı ayaklanıp Van’da Kanuni Sultan Süleyman’a itaatini bildirmiştir.[1] Tüm bunlara rağmen Safeviler’in Van bölgesindeki hakimiyeti, Kanuni Sultan Süleyman’ın I. İran Seferine kadar devam etmiştir. İran seferine tayin edilen Osmanlı Veziriazamı İbrahim Paşa, İran sınırına yakın olan kaleleri ele geçirmek için güvenilir, becerikli ve gönül kazanma yeteneğine sahip adamlarını Adilcevaz, Erciş, Ahlat ve Revan kalelerini tutan İran yanlısı beylere göndermiştir. Bunlar da görevlerini başarıyla yerine getirerek kale beylerini Osmanlı yanına çekip, kalelerin anahtarlarını Osmanlı askerleri bölgeye geldiklerinde teslim edeceklerine dair söz alarak İbrahim Paşa’nın yanına dönmüşlerdir.[2] 14 Haziran 1534’te Ahlat, Adilcevaz, Erciş ve Amuk kaleleri Osmanlı kuvvetlerine teslim edilmiştir.[3]
   1536’da Osmanlı kuvvetlerinin bölgeden çekilmesi üzerine Şah Tahmasp, Erciş ve Van’ı zapt ederek bölgede Safevi idaresini yeniden sağlamıştır. 1548 yılında yapı­lacak olan İran seferine kadar Osmanlı Devleti bölge ile yeterince ilgilenmediğinden dolayı Şah Tahmasp elinden çıkan bazı yerleri geri almıştır.[4] 1548’deki II. İran Seferi’nde, Osmanlı ordusu Adilcevaz’da bulunduğu sırada Kanuni Sultan Süleyman, Erzurum ve Karaman Beylerbeylerini Van üzerine gönderdi. 25 Ağustos 1548’de Van, bir daha Safevilerin eline geçmemek üzere Osmanlıların hakimiyetine girdi. Van’ın Osmanlıların eline geçtiğini duyan Şah Tahmasp, Van Gölü civarındaki Erciş, Adilcevaz ve Ahlat’a akınlar yaparak birçok insanı katlettiyse de Van’ı geri alamadı.
   Yine Şah Tahmasp, 1552’de Osmanlı ordusunun Macaristan’da bulunduğu sırada Van civarına gelerek Erciş, Adilcevaz ve Ahlat kalelerine saldırmış, halkın birçoğunu katletmiştir[5] (Adilcevaz Kalesi, Sinan Paşazade Mustafa Bey tarafından müdafaa edilmiş ve Şah burayı ele geçirememiştir.)[6] 
   Kanuni Sultan Süleyman, Eylül 1554’te Nahçivan Seferi’nden dönüp Erzurum’da bulunduğu sırada Şah Kulu’nun mütareke talebini kabul etmiş ve 29 Mayıs 1555’te İran’la imzalanan Amasya Muahedesi ile Azerbaycan ve merkezi olan Tebriz, Doğu Anadolu ve Irak, Osmanlı Devleti’ne kalmıştır. Böylece Adilcevaz da dahil Van ve çev­resi resmen Osmanlılara geçmiş oluyordu.[7]
   XVII. yy.da Van, birçok kez Safeviler tarafından kuşatılmıştı. Nitekim 1604’te Safeviler şehri kuşatmışlar; fakat Van’da bulunan Sinan Paşa’nın Van Gölü’nden gemi ile Adilcevaz’a geçmesi üzerine kuşatma kaldırılmışsa da Van çevresi büyük ölçüde tahrip olmuştur.[8]
   Birçok kez kuşatılan Van ve çevresinin Osmanlıların elinde kalması, Mayıs 1639’da imzalanan Kasr-ı Şirin Antlaşması’na göre Safevilerce kabul edilmiştir.[9]
    XX. yy.ın başlarına kadar Osmanlı idaresinde birçok siyasi ve sosyal olaylara sahne olan Adilcevaz ve Van Bölgesi’nde özellikle II. Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte birçok üst düzey makama kadar yükselen ve Millet-i Sadıka (Sadık Millet) olarak anı­lan Ermenilerin çıkardıkları olaylar, bölge tarihi için olduğu kadar Anadolu ve Türk ta­rihi için de önemlidir. Osmanlı Devleti’nin son döneminde gerçekleşen bu olaylara kı­saca değinecek olursak:
    II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Taşnak Sutyan ve Hınçak gibi illegal Ermeni ör­gütlerinin legal sayılmaları üzerine Ermeni komitecileri, tüm Doğu Anadolu’da olduğu gibi Adilcevaz, Van ve yöresinde de daha rahat hareket etme imkanı buldular. I. Dünya Savaşı’na kadar olan dönem, Ermeniler için terörle birlikte bir propaganda dönemi de olmuştur. Van Bölgesi’ndeki bu propaganda, içeriye karşı Rusya’nın bağımsız bir Ermeni Devleti kurulmasını temin edeceği; dışarıya karşı ise bu bölgede devamlı asa­yişsizlik olduğu ve Ermenilere baskı yapıldığı şeklindeydi.
    Bu yıllarda tüm yurtta olduğu gibi bu bölgede de devlet memurluklarının çoğu, sanayi ve ticaretin büyük bir kısmı Ermenilerin elinde idi. Müslüman halk ise genellikle çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşmaktaydılar. Bölgede rahat bir hayat süren Ermenilerin huzuru, komitecilerin buralarda teşkilatlanmalarıyla bozulmuştur. Rus Konsolosu Gene­ral Mayevski’nin de “Van-Bitlis Vilayetleri Askeri İstatistiği” adlı raporunda belirttiği gibi: “Komitecilerin girmediği yerlerde Ermeniler rahat etmişlerdir”. Çünkü komiteciler girdikleri yerlerdeki Ermeni halkı haraca bağlayarak, hükümet aleyhine faaliyete zorlanmış ve isyana teşvik ederek sürekli baskıya maruz bırakmışlardır.
     1914’te Osmanlı Devleti’nin seferberlik ilan etmesinden sonra Van ve çevresin­deki Ermeniler, komitecilerin talimatıyla harekete geçtiler. Bundaki amaçları, Kafkasya Ermenileriyle birlikte Rusların ilerlemesini kolaylaştırmaktı. Çünkü bu bölge Rusya’ya yakın ve Rus işgali altında bulunan Azerbaycan ile sınır komşusuydu. Birliklerinden silah ve mühimmatlarıyla firar eden Ermeniler, komiteciler etrafında toplanmaya baş­lamışlardı.
    I. Dünya Savaşı ilan edilince silahlı gruplar, Ermeni bile olsa kendilerini destekle­meyen herkese saldırmaya başlamışlardı.
    20 Mayıs 1915’te Ermenilerin öncülüğündeki Ruslar Van’ı işgal etmiş, 23 Ma­yıs 1915’te de Adilcevaz’ı işgal ederek Doğu Anadolu’daki işgallerini devam ettirerek ilerlemişlerdi. Bu işgalle beraber tüm bölgede olduğu gibi Adilcevaz halkı da ge­rek Rus birliklerinin ve bu birliklerin içerisinde bulunan “Ermeni İntikam Tugayları’nın” gerekse yörede yaşayan Ermenilerin yerli Müslüman Türk halkına yaptığı baskı, katliam ve yağmalama hareketleri karşısında bölgeden başta Urfa, Antep, Maraş olmak üzere Mardin ve Diyarbakır’a göç etmişlerdir.
    Anadolu’da ölüm kalım mücadelesi devam ederken Ermenilerin bu davranışları, savaşın başarılı olabilmesi için onların zararsız hale getirilmesi gerektiği kanısını verdi. Ermenilerin savaş süresince cepheleri etkileyebilecek bölgelerden, özellikle de Doğu Anadolu Bölgesi’nden çıkarılarak Irak ve Suriye’nin içlerine yerleştirilmeleri (tehcir) tedbirlerine başvurulmaya başlandı. Ermenilerin isyan ve katliamları, Nisan 1915 sonla­rında başladığına göre, Mayıs’ta tehcir başlatılmış olabilir. 27 Mayıs 1915’te çıkarılan bir muvakkat kanunla orduya tehcir yetkisi verildi. 30 Mayıs günü Meclis-i Vükelâ (Bakanlar Kurulu) kararıyla, tehcir süresiz oluyordu. Ermenilerin boşalttığı yerler mu­hacirlere verilecek, buna karşılık Ermenilere mal ve mülklerinin karşılığı ödenerek yer­leştirildikleri bölgede eski maddi düzeylerini bulmaları, yoksul olanlara da iskân imkan­ları sağlanacaktı. Fakat daha sonra, tehcir edilenlerin mal ve mülkleri komisyonlarca hazırlanacak mazbatalar üzerine mahkemelerce tasfiye olunacaktı. Taşınmazların ev­kaf ve hazinece bedelleri ödenecek, taşınırlar satılacak; elde edilen paralar, mal sahiple­rine verilecekti.[10]
    Ermenilerin Rus desteğiyle devam eden zulümleri, 3 Mart 1918’de imzalanan Brest-Litowsk Antlaşması’yla Rusların bölgeden çekilmeye başlaması ve Nisan 1918’de Türk ordularının bölgeye girmesiyle sona ermiştir. Yalnız Rus orduları, buralardan çeki­lirken ellerindeki silah ve malzemelerin çoğunu Ermeni ve Nasturi çetelerine bıraksa da bu durum Ermenilerin tek başına bölgede tutunmasına yetmemiştir. Çünkü Türk ordusu, Rusların çekilmesinden sonra nisan ayında bölgeye tamamen hakim olmuştur. Bu arada 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan birkaç gün sonra İngilizler, bölgeye çok yakın olan Musul bölgesini işgal ederek Türk ordusundan kaçan Ermeni çetelerini teşkilatlandırıp Türklere karşı kışkırtmaya başladı. Ermeniler yeniden cesaretlenerek bölgede katliamlara giriştiler.
    Artık Ermenilerin zulümlerinin çığırından çıkması üzerine Ermenistan üzerine se­fer düzenlendi. Ermenistan hükümetinin isteğiyle 3 Aralık 1920’de Gümrü Antlaşması yapıldı. Bu antlaşmaya göre, isteyen Ermeniler bir yıl içerisinde göç edebileceklerdi ve diledikleri her türlü eşyayı yanlarında götürebilecek, çürüyen cinsten olan malları açık artırma ile satılarak bedelleri onlara verilecekti. Bu antlaşmadan sonra kimi Ermeniler göç etmiş kimi yine eskiden olduğu gibi bölgede kalmış kimi ise çevreye dağılarak komitecilik hareketlerine devam etmişse de
bir sonuç elde edememiştir.[11]
    Tüm bu olaylar yaşanırken Adilcevaz’ın yerli halkı, baskı ve zulümlerden kurtulmak için başta Urfa, Antep olmak üzere Maraş, Mardin, Diyarbakır ve Anadolu’nun değişik yerlerine göç etmişlerdir.
    Adilcevaz’dan, ilk önce Türklerin daha sonra da Ermenilerin göç etmesiyle bir­likte boşalan yerlere Kafkaslar ve İran’dan gelen Çerkez, Kürt ve Acemler yerleşmiş­lerdir. İlk zamanlar köylere ya da kırsal alana yerleşen bu insanlar, 1980’den sonra ilçe merkezine göç etmeye başlamışlardır. Adilcevaz’dan diğer illere göç eden yerli halk ise 1918’den sonra geri dönmüşse de asıl çoğunluğu, 1930-1940’lı yıllarda tam dönüş yapmıştır.[12]
    Khalkolithik Devirle birlikte başlayan ve birçok uygarlığın izlerini taşıyan Adilcevaz tarihi, 29 Ekim 1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devletine bağlı şirin ve köklü bir ilçe olarak devam etmektedir.
 
  Bugün 20 ziyaretçi (33 klik) kişi burdaydı!  
 
Image and video hosting by TinyPic Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol